Bugün dünya, yarın ahiret

Bu kaçıncı duyuşum; unutmamış; unutamamış birisinin söylediği şu sözü: “Niye bu kadar gayret gösteriyorsunuz ki Allah’ın cenneti de var, cehennemi de.” Mana açık. En genel manada insanların cennete ehil hale gelmesi için bu kadar gayret göstermenize, yırtılırcasına çalışmanıza gerek yok. Cehennem var.

Doğru mu bu yaklaşım? Bakış açınıza bağlı. Allah, Secde Sûresi 13. ayetinde “Lâkin ‘Cehennemi cinlerden ve insanlardan bir kısmıyla dolduracağım’ hükmü kesinleşmiştir.” buyuruyor. Bu ayetin muhtevası açısından bakacak olursanız, demek ki her halükarda cehennemi dolduracak insanlar var. Öyleyse haklı.

Ama başka bir zaviyeden bakarsanız sonuç farklı. Orada peygamberlik vazifesini ifa için çırpınan, gecesini gündüzüne katan, karşılaştığı her türlü eziyet, sıkıntı, işkenceyi bağrına basan ve hatta inanmıyorlar diye neredeyse kendini helak edecek bir Peygamber (sas) örneği var. Şimdi ayeti te’vil, tabir ve tefsire tabi tutmadan zahiri manası ile anlamak mı, yaşayan Kur’an Hz. Muhammed’in (sas) hayatı ile te’vil, tabir ve tefsir ettiği, ete kemiğe büründürdüğü şekliyle anlamak mı? Kaldı ki inanmayacaklar diye kendini helak etme de zaten bir ayet meali. Şimdi; eğer siz de Hocaefendi gibi ikinci olarak arz ettiğim safta yerinizi alıyorsanız; elbette ilk yaklaşıma yanlış dersiniz. Hatta yanlış olmanın ötesinde 15 asırlık İslami geleneği, o geleneğin dayanmış olduğu temel değerleri baştan sona altüst edecek bir yaklaşım olarak da görebilirsiniz.

Pekâlâ Hocaefendi, neden yeri ve zamanı geldiğinde tekrar ediyor bunu? Bana göre o söz kime aitse, onun vasfından belki de dini ilimlerdeki bilgisi, halk nezdindeki yerinden dolayı. Kim olduğunu bilmiyorum. Hiçbirinde isim söylemedi. Bu tamamen benim tahminim. Sonra ne dedi diyebilirsiniz? Dedi ki: “Bizim vazifemiz herkese hak ve hakikati anlatmak. İnşallah kendisi de cennete gider.”

Bugün tefsir dersindeyiz. Sıra Haşr Sûresi 18-24 ayetlerinde. 18. ayet: “Ey iman edenler! Allah’ın azabına maruz kalmaktan korunun. Herkes yarın ahireti için ne gönderdiğine dikkat etsin. Allah’ın azabına düçâr olmaktan korunun. Çünkü Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır.” Elmalılı’dan okundu ilgili bölüm. 19., 20., 21. ayet, devam ediyoruz okumaya. 21. ayete gelince “leaalehum yetefekkerun”un izahında devreye girdi. “Lealle” burada terecci içindir, temenni değil. İkisi arasında şöyle bir fark var; terecci, temenni gibi mücerret bir beklenti değil, müşahhas delillere dayanan bir ümittir.”

Sonra?.. Sonrası önemli; çünkü Hocaefendi, 21’den 22. ayete doğru giderken 18. ayete geri döndü. “Herkes yarın ahireti için ne gönderdiğine baksın” kısmını okudu. Sosyal hadiselerin, kalpte, kafada, zihinde, duyguda, düşüncede iz bırakan tortuların etkisini arayabilirsiniz siz şimdi söyleyeceği şeylerde. Hatta o ayet okunurken değil de neden şimdi söylüyor, geriye gidiyor sorusunun cevabını bile bulabilirsiniz eğer böyle bakarsanız.

“Kimsenin yaptığı yanına kalmaz.” dedi önce. Ardından “Allah’a göre dünya bir gün, ahiret bir gün olarak tavsif edilir. Bugün ve yarın derken kastedilen dünya ve ahirettir. İkisi bir bütündür aslında. Bugün bir şey yapmayanlar, yarını da zayi etmiş olurlar.” 5-10 saniye kadar durdu ve ben de dahil herkesin adresine teslim o sözü söyledi: “Bugün dünya, yarın ahiret.”

Evet, bugün dünya, yarın ahiret. Türkçemizde de kullanılır. Geleceğin yakınlığını işaret eder bu söz her şeyden önce. Sonra da hesabı, kitabı, mizanı, cenneti, cehennemi. Unutmamak lazım o günü. Er veya geç gelecek o gün çünkü. Unutursak vay halimize. Delil mi? İşte Kur’an’ın tasviri: “Öyleyse, siz nasıl bugünkü buluşmayı unuttunuz ve bu unutmayı ömür boyu sürdürdüyseniz, Biz de bugün sizi unuttuk. Yaptıklarınızdan ötürü, tadın bakalım sürekli azabı!” (Secde, 14)

Keşke dememek esastır bu duruma düşmemek için. Geçenlerde içtimai vazifelerimiz ekseninde nasihatte bulunurken de aynı şeylere işaret etti. “Keşke zamanında şunu yapsaydık deme durumuna düşmemeliyiz.” demişti o zaman. “Bazen canınız sıkılabilir. Niye bu ilgisizlik diyebilirsiniz. Pekâlâ siz, size düşeni yaptınız mı? Merkezde veya çevrede bulunan herkesi içine alabilecek bir vakum oluşturdunuz mu? Bir cazibe merkezi haline geldiniz mi? Yanlış anlamaların önüne geçecek tedbirler aldınız, ona göre bir tavır ve tutum izlediniz mi?”

Ben devam edeyim; eğer olduysanız yapılan onca baskı ve zulümler bir mana ifade etmeyecektir. Nitekim etmediği gibi. Necaşi’nin Habeşistan muhacirlerine sahip çıktığı gibi, “Berlin’de hakimler var” sözünü söyleten hak ve hakikatşinâs insanların sahip çıktığı gibi sahip çıkmaya devam edecektir. Nitekim ettiği gibi.

Hocaefendi’nin arka arkasına sıraladığı bu sorular, üzerinde ısrarla durulması ve düşünülmesi gerekli olan sorulardır. Sordunuz ve cevabınız “evet”. Öyleyse problem yok. Yola devam. Sordunuz ve cevabınız “hayır”. İşte o zaman problem var demektir. Nerede? Murakabede, muhasebede, sorgulamada, yüzleşmede, yenileme ve yenilenmede, zamanın ruhunu okumada, hadiselere bütüncül bakışta, zamanın üç boyutu olan dün, bugün ve yarını bir mütalaa etmede.

Bakın yardımcı oluyor, önümüze ölçüler koyuyor Hocaefendi, kendini sorgulamak isteyenlere. Diyor ki: “Bize bakan veçhesiyle…” Önemli bir giriş bu. Çünkü işin önemli yani Allah’ın takdiri. O ne dilerse o olur çünkü. Olmamasını dilediği şey de olmaz. Biz kuluz. Vazifemizi yapmakla mükellefiz. Hepsi bu kadar. Sonucun keyfimize göre olmasını bekleyemeyiz. İmana münafi bu türlü bir beklenti.

Devam edeyim: “Bize bakan veçhesiyle, ilk şart bu meselenin hayatımızın gayesi haline getirilmesidir. Anne-baba, çoluk-çocuk, ev-bark, yurt-yuva demeden, böyle fani şeylere gönül kaptırılmamasıdır. Gaye-i hayal sadece ve sadece O (cc) olmalıdır. Evrensel insani değerlerin bütün dünyada hakim olması, ülkemizin milletler ve devletler muvazenesinde bir mihrap haline gelmesi, Efendimiz’i kamet-i kıymetine göre anlatmak mümkün değil de, mümkün olduğu ölçüde O’nun anlatılması, O’nun üzerinde yoğunlaşılması. O’nu sevdirmek, Allah’ı sevdirmek demektir. Ne güzel der Necip Fazıl: ‘O ki o yüzden varız.’ O olmasa neyi anlayabilirdik ki biz?”

Başka bir fasla geçilecek şimdi. Besbelli halinden. Sözü bağlamak istiyor ve bağlıyor. Bağladığı cümleler benim yazının başında değindiğim sonra sözün akışı içinde başka bir yere intikal ettiğim iki hususu birleştirici mahiyette: “Yaşamak için yaşatmak lazım. Bir insan, başkalarını yaşattığı ölçüde, yaşatma azmi, cehdi ve gayreti içinde bulunduğu sürece canlı kalabilir.”

Bu son cümlenin mefhum u muhalifini yazmaya gerek var mı?

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.